
Çok Bilindik Kadın Hikayelerimden İki Sıra‘yı okumadıysanız devam etmek için önce onu okumayı seçebilir ya da zaten bu hikayelerden birinin kahramanıysanız yazıyı okumaya devam edebilirsiniz.
İki Sıra, ismi olmayan bir kadının balkona çamaşır asmaya çıkmasıyla başlıyor. Kadının ismi yok zira genellikle hikayelerde kadınlara ve çocuklara isim vermemeyi tercih ediyorum. Duygu Asena’nın ismini yaşatmak diyebiliriz buna. Biraz da isimler yoluyla sorunları bireyselleştirmekten kaçınmak…
Hane halkından ‘evin kadını’ dışında biri çamaşır asacaksa balkona çıkıp çamaşırı asar. Çoğu erkeğin bildiği üzere ‘ne var, makine yıkıyor sen sadece asıyorsun’dur bu eylemin ismi. Fakat hikayede bu işi yapan bir kadın -hane halkı ve toplum gözünde bu işi yapmakla yükümlü olan kadın- olduğu için balkona çıkıp çamaşırları asıp içeri girmek bir hikayeye konu olacak kadar detay içeriyor.
Önce balkon yıkanmalıdır. Balkon genellikle evdeki diğer insanlar tarafından çorapla gezilebilecek kadar temiz görünmesine karşın, onun için yeterli değildir. Tozdan arındırılması gerekir. Sandalyelere, balkona su dökülür, tozları giderilir. Sandalyeler üst üste toplanır -kapatılabiliyorsa -ki bu çok daha iyidir- kapatılır- ve böylece çamaşırlar rüzgarda dalgalanabilsin, hızlı kurusun diye alan genişletilir. Çamaşırların hızlı kuruması gündemden çabuk düşmeleri (dolaptaki yerlerine yerleşirken kadının zihnindeki yerlerinin açılması) açısından önemlidir.
Çamaşırlar kırışmasın, üzerinde mandal izi kalmasın diye çareler üretmek yine aynı kişinin; evin kadının yapabileceği bir şeydir. Biz buna “Zihinsel Çalışma Yükümlülüğü” diyoruz. Zihinsel olarak çalışmak demek, bir işi o anda yapmıyor olsan dahi o işin kafanın içinde sürekli-ve sürekli yapılmaya, planlanmaya, programlanmaya devam ediyor olması demektir. (30 May 2017 Tarihli şu yazımdan Zihinsel çalışma örneklerine bakabilirsiniz. Bu konuda çok fazla yazdım ancak bu yazı tam tanımı içerdiğinden olsa gerek google bir tek bunu gösteriyor.) Bu sıkıntıdan en fazla muzdarip olanlar kadınlardır. Erkeklerin bin yıldır ‘kadınlar çok pratik zekalı o ondan öyle’ yalanı arkasına sığınıp ev yaşamındaki her şeyi kadının üzerine yıkması fakat o çok pratik zekalı kadınların iş çalışma yaşamına geldiğinde arka planda bırakılması mevzudaki hinliği göstermeye yeterlidir sanırım fakat konu -en azından şimdilik- bu değil. Konumuz kadının bir işi yapmadan da önce yorulmaya başlaması. Bir işin yalnızca işin yapıldıği zamanı çalıyor olmayışı. (“Bu akşam ne pişirsem” diye bir sorunun yaşamımızda oluşu aslında konuyu çok hızlı ve çok özetliyor.)
Ev halkından herhangi birine -eğer kalabalık bir aileyseniz ve bu bakkala gitmek bile olabilir- bir şeyi yapmasını söylediğinizde genellikle “neden ben ya” sorusunu duyarsınız. Bunu sormaya bir tek “evin annesinin” hakkı yoktur. Hikayedeki gibi, çamaşırlıkta yalnızca iki sıra giysisi olsa da iki çamaşırlık dolusu çamaşırın zihinsel yükümlülüğü, yıkanması (bunun öncesinde evde kirli çamaşır ve kadın arasında geçen avlanma sürecini de hesaba katalım lütfen), asılması, toplanması, ütülenmesi, dolaba yerleştirilmesi sırasında evin kadını bu soruyu kimseye sor(a)maz. Kadın kirli çamaşırları avlar, makineye atar, kırışmasınlar diye makine durduğu anda çıkartır, asar ve bu asma işlemi bile kendi içinde, zihinsel yük içeren onlarca farklı ayrıntı barındırır. Çamaşırların kırışmaması için özel teknikler geliştiren hikaye kahramanı gibi pek çok kadın bu ayrıntılardan haberdardır. Mesela hiçbir kadın iç çamaşırları sokaktan görülebilecek şekilde asla asmaz. Onlar kurumadan öndeki çamaşırları toplamaz. Çünkü “ayıptır” (Dün akşam izlediğim Ana Yurdu filminden bahsetmek isterim tam burada: 2015 yapımı bu filmi ben 2020’de izledim. Ve konu kadın hikayesi olunca bu beş senenin bir dakika bile etmediğini fark ettim. Köye kitabını tamamlamak için kaçan kızının peşinden gelen anne, duvarları yüksek bir bahçede olmasına rağmen, bahçeye girdiği ilk anda kızının kuruması için bahçedeki ipe astığı çamaşırını alıp avucunun içinde gizleyerek eve sokuyor.) Çamaşır asmak yalnızca çamaşır asmak değildir. Çamaşır da sadece çamaşır değildir.
İpte kuruyan “spor için alınan ve asla spor yapmak için giyilemeyen” giysiler zihinsel olsun fiziksel olsun bir türlü evdeki işi bitirip de kendisi için bir şey yapamamış kadının ev giysileridir. Dışarı zaten pek çıkmayan kadın o hafta oğlanın veli toplantısına gitmiştir -zira bilirsiniz babalar genellikle dünyayı kurtarmakla mükellef olduklarından veli toplantılarından muaftır.- Hayatı evde geçen kadın, hane halkına göre evin ve evdeki eşyaların da sahibidir. (Boşanmaya kalkıncaya kadar elbette.)
Tüm bu ayrıntılara harcanan zaman, kadının ömründen geçen zamandır. Ömrümüzü neye harcadığımızı seçemediğimiz bir hayat ise kendi hayatımız mıdır?