Birkaç gündür sosyal medyada ‘Erkekler Yerini Bilsin’ etiketiyle bir hareket yürütülüyor. Argüman, yıllardır kadınların maruz kaldığı cinsiyetçi söylemlerin öznesini değiştirerek eşitsizliğe dikkat çekerken aynı zamanda erkeklerin empati yapmasını sağlamak. Argüman sağlam. Yöntemse çatışmacı.
Ben eşitsizlik sorununu bir kadın – erkek savaşı olarak görmediğim için uzak durmayı tercih ettim çünkü daha önce de çok kez yazdığım gibi kadının karşısına erkeği koyarak eşitlik sağlanabileceğine inanmıyorum. Erkeğin ve kadının birlikte sistemle mücadelesine inanıyorum ve erkeği kadının karşısında değil yanında konumlandırma, taraf değil birlik olma çağrılarına değer veriyorum. Cinsiyetçiliğin mağduru yalnızca kadın olmadığı gibi suçlusu yalnızca erkek değil. Biyolojik cinsiyet önemli değil dolayısıyla. Önemli olan beynin kıvrımlarından fışkıran eril düşünce.
Dün Instagramda İnternet Anneleri hesabında olanlar gibi. Kadınların da aralarında olduğu bir kitle tarafından hızlıca spamlanan Erkekler Yerini Bilsin gönderisi bir kaç saat içerisinde Instagram tarafından silindi. Ve yine bir kadın vakfı tarafından ‘değerlerimize’ uygun olmayışı nedeniyle bu hareket ve katılanlar kınandı. Erkekler tarafından hemen bir karşı hareket düzenlenmesi ve Kadınlar Yerini Bilsin etiketinin hızlıca listeye girmesini ve ortaya saçma sapan bir rekabetin çıkmasını hiç saymıyorum. Zira zaten bir kesimi hedefinize koyduğunuz zaman savunmaya ya da saldırıya geçmesi beklenebilecek bir şeydir. Sonuç olarak erkekler öznede bulunduklarından bazı kadınlar da eril zihniyetin taşıyıcısı olduklarından öfkelendiler ve işe yarayıp yaramayacağı belli olmayan bir çatışma yaratılmış oldu.
Orhan Kemal’in romanı ve aynı isimli romandan uyarlanan Tersine Dünya filmi; toplumsal rollerin tersine döndüğü bir dünyayı temsil eden bir filmdi. Sanıyorum benzer bir etki yaratılmaya çalışıldı bu hareketle de. Bir romanda, bir filmde, bir tiyatro oyununda buna benzer bir mesaj verebilirsiniz. Çünkü derdinizi anlatacak uzunca bir süreniz vardır. Hızlıca ‘repost’ların yapıldığı, ekranı kaydırırken göz ucuya gönderilerin okunduğu, kısa zamanda, kısa cümlelerin söylendiği / anlaşıldığı bir mecrada ise ortaya koyduğunuz ‘derdin’ anlaşılabilme olanağı ancak ironi ya da ima içermiyorsa olabiliyor. Ya da derdi ortaya koyan kişiyi bulup da derdi ortaya atışının nedenini anlamaya çalışacak birilerini bulabildiğinizde.
Çerçeve Değil Resim Arıyorum
Köklü bir eğitim felsefesi olan Montessori’nin çocuk odası dekorasyon akımına, beş bin yıllık Hint felsefesinin postür düzeltme ya da öfkeyi yenmenin beş yolu maddelerine indirgendiği sosyal medyada adım atarken biraz daha dikkatli olmak gerekiyor zira özünü anlama konusunda çaba göstermeye gönlü olmayan bir canlıdan, üretilenlerin hızla tüketildiği bir mecradan söz ediyoruz. Kitapların bile özetlerini hatta özetlerinin özetlerini okuyan bir canlıdan. Durup ince şeyleri anlamaya vakti olmayan. Resmi değil, çerçeveyi gören bir canlıdan.
Şimdi çok komik bir şey anlatacağım konuyla alakalı. Dünyanın Ronesans etkisiyle kasıp kavrulduğu yıllarda Osmanlı İmparatorluğu kültürel ve siyasal olarak dünyanın gerisinde kaldığının farkına varınca Batıya, Avrupa’nın çeşitli yerlerine elçiler gönderir ki buralardaki gelişmeleri izlesin ve devlete faydalı bilgiler edinsinler. Bu çok normal ve olması gereken bir davranıştır, yerinde bir siyasi karardır. Fakat işin komik olan kısmı şu ki bu elçilerin hiçbiri herhangi bir yabancı dil bilmiyordur. Sokaklarda gezer, insanların nasıl giyindiğine, ne tür müzikler dinlediğine, neler yediğine falan bakar ve geri dönüp ülkede bunların taklidini yaymaya çalışırlar. * (Ve elbette işe yaramaz)
Hala dil bilmeyen o elçiler gibi dışarıdan bakarak anlamaya çalışıyoruz. Hatta anlamaya bile çalışmıyoruz. İçinden geçecek, durup öğrenecek vaktimiz yok. Hele sosyal medyada. Dolayısıyla ‘izm’lerin, ‘loji’lerin içi hızla boşalıyor. Hal böyle olunca belki de gerçekten iyi bir mesajı olan, bir şeyleri değiştirmeye muktedir olabilecek söylemler bile üç beş ‘repost’tan sonra alakası olmayan yerlere doğru gidebiliyor.
Bu nedenle ben özellikle çatışma dili kullanan hareketlerden uzak kalmaya, hareketin heyecanına kapılmamaya çalışıyorum. Çünkü benimsemeye çalıştığım, kendimi eğitmeye çalıştığım hayat felsefesinde savaşı kazanmak için değil barışı sağlamak için hareket etmek var. Sosya medya ise çatışmayı seviyor. Üstelik neden ve kiminle çatıştığını anlamaya vakit bile ayırmadan.
- * için bknz: Niyazi Berkes – Türkiye’de Çağdaşlaşma
- Not: Dün bunlarla ilgili Instagram hikayeme bir şeyler yazdığımda bana ‘Babalar Sahaya’ hareketini siz başlatmamış mıydınız, diye soran oldu. Babalar Sahaya, babaları annelerin yanına çağıran bir hareket. Karşısına koyan değil. Burada da yazmış olayım. Benzer düşünceler için.