Kadın ve erkeği biyolojik olarak ayıran organların olduğu herkes tarafından bilinmesine karşın bu organlarda oluşan hastalıklar toplumda farklı muamele görür. Erkekler için her hastalığın ayrı bir ismi varken kadın için bu hastalıkların tamamı “kadın hastalıkları” olarak adlandırılır ve fısıltıyla konuşulur. Örneğin Google’a erkek hastalıkları yazarak arama yapmak isterseniz aramanızı “erkeklerde en çok görülen hastalıklar” olarak düzeltirken kadın hastalıkları aramanıza yüzlerce jinekolog ve hastane sayfası çıkar.
Ben “kadın hastalığı”mı daha önce de yazdığım için tıbbi kısmından ziyade toplumsal kısmını bu yazıya konu edeceğim.
Geçirdiğim hastalık cinsel ilişki yoluyla konuşulması yasak bir organıma bulaşmış olduğu için bunu böyle ulu orta anlatıyor olmamı başından beri tuhaf karşılayanlar, “hiç mi utanmadığımı” sosyal medyadan attığı mesajla sorgulayanlar, beni ziyarete gelirken eşine dostuna “apandisit” ameliyatı olduğumu söyleyenler, erkeklerin “bazı ihtiyaçları” olduğunu ve “fırsatçı açıkgöz kadınlara” karşı böyle durumlarda “savunmasız” olduğunu kulağıma fısıldayanlar, çok mızmızlanmamamı zira erkeklerin mızmız kadın sevmediğini öğütleyenler bu üç aylık süreçte sadece benim gördüklerim. Bir de yine sosyal medya üzerinden “dert yanan” kadınların anlattıkları var.
Yaşadığım hayati risk içeren bir süreçti. Ağır bir ameliyat geçirdim. Ameliyat sonrası bütün hayatım değişti. Ancak bir kez bile bana nasıl olduğumu sormayanlar hatta bunları konuşmamdan rahatsız olanlar evliliğimin ve kocamın derdine düşmüştü zira büyük bir çoğunluğu ilgilendiren tek kısım -evlilikteki tüm durumlarda olduğu gibi- aile birliğinin korunması ve erkeğin rahatının kaçırılmamasıydı. (Bakınız: Sepford Wives)
Ne benim, ne kocamın, ne büyük ailemizin bu süreçte birincil derdi olmayan bu konu nedense başkalarının birincil derdiydi ve hem bedensel hem psikolojik olarak feci bir şekilde yıpranmış olduğum halde bana aile birliğimin dirliği için öğütler veriliyordu.
Erkeklerin “bazı ihtiyaçları”, “evdeki kadın”ın her şatta güler yüzlü, bakımlı ve hayatından memnun olması ve her ne olursa olsun evin düzeninin bozulmamasının kadının sağlığından daha önemli olduğunu ben bu üç ayda -çok da şaşırarak- öğrendim. Bu kişisel öğrenim dışında bir de benimle aynı şeyleri yaşayan başka kadınlardan öğrendiklerim var.
Kocası tarafından “ben kendimden eminim, sen kimden kaptın bunu” sorgusu bitmeden kolposkopik biyopsi aşamasına geçemeyen bir kadının gönderdiği “bunu devlette yaptırabilir miyim, parasını vermiyor” mesajından kadının kendi parasını kendisinin kazanmasının ne kadar önemli olduğunu ve güven içermeyen bir evliliğin ne kadar tehlikeli olabileceğini öğrendim.
Kocasının “ya senden bilecekler ya benden, herkes bize kötü gözle bakacak” diye korkuttuğu kadının ameliyat olmazsa “başına ne gelebileceğini” soran mesajından “aile namusunun” bir insanın hayatından daha değerli sayıldığını öğrendim.
Eğer biyopsi sonucunda ameliyat olması gereken bir sonuç çıkar da ameliyat olursa çocuğu olmayacağını ve evlenmek üzere olduğu erkeğin çocuk isteyebileceğini düşündüğü için halihazırdaki çocuğunu annesiz bırakma ihtimalini gözardı eden kadının mesajından eşlerin ortak yapımı olan bir çocuk olmadan aile denen mevhumun olmayacağının düşünüldüğünü öğrendim.
Nişanlısında HPV pozitif çıkan bir erkekten “nişanlısı böyle konularda konuşmaktan utandığı için” yazdığını, bundan da kadınların hala kendi organları hakkında konuşmaktan utandığını öğrendim.
Eğer durumu benimki ile aynıysa ve sonunda benimle aynı ameliyatı olmak zorunda kalacaksa diye paniğe kapılan kadınlardan rahim denen ve çocuk doğurmaya yarayan organın cinselliğin ve dolayısıyla da evliliğin temeli zannedildiğini öğrendim.
Ya ameliyat olursa ve bu yüzden kocası kendisini terk ederse diye günlerce yemek yiyemediğini, ağladığını, kendini çok kötü hissettiğini hatta ölmeyi düşündüğünü yazan kadınlardan, evli olmanın hayatta olmaktan daha önemli zannedildiğini öğrendim.
Hem kendi deneyimimden hem başkalarından öğrendiklerim, kadın hastalıklarına erkeği önceleyen bakış açısıyla nasıl bakıldığının, kadının canı pahasına koruması gereken, kendisinden daha önemli başka şeyler olduğuna inandırılışının özeti gibiydi. Gelen mesajlara hep aynı şeyi yazdım. “Tek önemli olan şey sizsiniz. Canınızdan daha değerli hiçbir şey yok.” Bizim süreçteki tek motivasyonumuz benim canımı kurtarmak, çocuklarımızı büyütebilmemi sağlamaktı. Eğer böyle ciddi bir hastalık sürecinde bundan başka bir motivasyonunuz varsa önce kendinizle olan ilişkinizi sonra da çevrenizdekilerle olan ilişkilerinizi gözden geçirmenizi tavsiye ediyorum zira ben böyle yaptım.